Manevi Tazminat Davası Nedir?

Tazminat davası maddi ve manevi tazminat olmak üzere iki üst başlık altından yer almaktadır. Maddi tazminat davası, hukuka aykırı bir eylem neticesinden kişinin malvarlığında oluşan maddi zararların, zarar görene ödenmesi amacıyla açılan bir dava türüdür. Manevi tazminat davası ise, aynı işlem ve eylemler sebebiyle kişinin yaşadığı üzüntü, elem ve yıpranmanın yol açtığı manevi zararın giderilmesini amaçlayan dava türüdür.

Bu yazımızda manevi tazminat davası konusunda detaylı bir inceleme yapılmıştır.

MANEVİ TAZMİNAT DAVASI HANGİ NEDENLERLE AÇILABİLİR?

Tazminat davaları uygulamada genellikle haksız fiil veya borca aykırılık sebebiyle açılır. Lakin açılabilme imkânı bu sebeplerle sınırlı değildir. Zira kişi aşağıdaki konularda tazminat davası açabilir;

  • İş kazasından kaynaklanan maddi ve manevi tazminat davası,
  • Trafik kazası nedeniyle maddi ve manevi tazminat davası,
  • Sözleşme ihlali nedeniyle maddi ve manevi tazminat davası,
  • Suç işlenmesi nedeniyle maddi ve manevi tazminat davası,
  • Hatalı doktor uygulamalarından kaynaklanan, yani tıbbi malpraktis nedeniyle tazminat davası,
  • Boşanma davası ile açılan maddi ve manevi tazminat davası,
  • Telif haklarının ihlali nedeniyle maddi ve manevi tazminat davası,
  • Yazılı veya görsel basın veya sosyal medya üzerinden kişilik haklarına saldırı nedeniyle açılan manevi tazminat davası ,

Özellikle son yıllarda sosyal medya kullanımının yaygınlaşması ile kişilik haklarına saldırı nedeniyle açılan manevi tazminat davaları oldukça artmıştır.

MANEVİ TAZMİNAT TALEP EDEBİLME ŞARTLARI NELERDİR?

Manevi tazminat talebi şartları kanunda açık bir şekilde belirtilmemiştir. Yargıtay’ın vermiş olduğu kararlarda manevi tazminatın talep edilebilmesi için kişinin kişilik haklarına haksız bir saldırı olması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Manevi tazminata konu olabilecek kişilik hakları ;

  • Kişinin yaşamı (Örneğin, babası öldürülen kişinin manevi tazminat hakkı vardır),
  • Kişinin sağlığı (Örneğin, doktor hatası nedeniyle bağırsak florası bozulan kişi manevi tazminat talep edebilir),
  • Kişinin vücut bütünlüğü (Örneğin, iş kazası nedeniyle gözü kör olan kişi manevi tazminat talep edebilir),
  • Kişinin ruh bütünlüğü (Örneğin, aleyhine suç işlenmesi veya internetten bir haber yayınlanması nedeniyle ruh sağlığı bozulan kişi manevi tazminat isteyebilir),
  • Müdahale edildiğinde kişinin üzüntü veya elem duymasına yol açan diğer fiziki, duygusal ve sosyal kişilik değerleri.

Mahkemeler, manevi zararın meydana gelip gelmediği konusunda somut olay özelinde değerlendirme yapmaktadır. Özellikle Yargıtayın söz konusu konuya ilişkin içtihatları manevi tazminat bakımından oldukça önem arz etmektedir.

MANEVİ TAZMİNAT DAVASI HANGİ SÜRELERDE AÇILABİLİR?

Manevi tazminat davası açabilme süresi her somut olay bakımından farklılık arz edebilecektir. Kişi kendisine karşı işlenen bir suç dolayısıyla manevi tazminat davası açacak ise burada ceza zamanaşımı da devreye girer. Lakin Tazminat hukuku davalarının büyük bir kısmı haksız fiil olarak nitelenen fiillerden kaynaklanır. Örneğin, suç işlenmesi, trafik kazası, iş kazası, doktor hatası (tıbbi malpraktis), telif hakları ihlali birer haksız fiildir. Haksız fiiller için dava zamanaşımı süresi, fiil ve failin öğrenilmesinden itibaren 2 yıl, fiil ve fail daha sonra öğrenilse bile her hâlükârda 10 yıldır (Borçlar Kanunu m. 72/1). İşlenen haksız fiil aynı zamanda suç teşkil ediyorsa, tazminat davası açma süresi açısından ceza hukuku zamanaşımı süresi uygulanır.

Boşanma davası neticesinde maddi manevi tazminat davası açma süresi, boşanmanın kesinleşmesinden itibaren 1 yıldır (Medeni Kanun m.178). Maddi ve manevi tazminat davası boşanma davası ile açılabileceği gibi boşanma davasının kesinleşmesinden sonraki 1 yıl içinde de ayrı bir dava olarak açılabilir.

Sözleşmenin ihlali nedeniyle açılacak tazminat davalarında genel zamanaşımı süresi, 10 yıldır (Borçlar Kanunu m.146).

MANEVİ TAZMİNAT DAVASI KİMLERE KARŞI AÇILABİLİR?

Kural olarak manevi tazminat davası hukuka aykırı fiili gerçekleştiren gerçek kişiye karşı açılabilmektedir. Hukuka aykırı eylemi gerçekleştiren kişi memur ise ya da tüzel kişiliği bulunan bir kurumda çalışıyor ise burada dava devlete veya kuruma karşı açılabilmektedir. Devlet ya da kurum daha sonrasında ödediği tazminat miktarınca ilgili kişiye rücu edebilecektir.

MANEVİ TAZMİNAT DAVASI HANGİ MAHKEMEDE AÇILIR?

Manevi tazminat davası, tüm davalar için yetkili yer olan davalının ikametgahında açılır. Davalı tüzel kişi (şirket, vakıf, dernek, üniversite vs.) ise tüzel kişinin merkezinin bulunduğu yerdeki asliye hukuk mahkemesinde açılabilir .(HMK md.6). Davalı sayısı birden fazla ise, tazminat davası herhangi birinin yerleşim yerinde açılabilir (HMK md.7).

Sözleşmenin ihlali nedeniyle açılacak tazminat davaları, yukarıdaki yetkili mahkemelerde açılabileceği gibi sözleşmenin ifa edileceği yerdeki asliye hukuk mahkemesinde de açılabilir (HMK m. 10).

Haksız fiile(trafik kazası, iş kazası, doktor hatası vs.) dayalı manevi tazminat davası, yukarıda belirttiğimiz genel yetkili mahkemelerde açılabileceği gibi aşağıda belirttiğimiz mahkemelerde de açılabilir (HMK m. 16):

  • Haksız fiilin işlendiği yer mahkemesinde tazminat davaları açılabilir.
  • Zarar haksız filin işlendiği yerden başka bir yerde meydana gelmişse, zararın meydana geldiği yerde de tazminat davası açılabilir.
  • Haksız fiillerde zarar görenin ikametgahında da tazminat davası açılabilir.

Ticari bir iş veya işlemden kaynaklanan maddi ve manevi tazminat davaları için görevli mahkeme asliye ticaret mahkemesidir.

MANEVİ TAZMİNAT NASIL HESAPLANIR?

Kanunda, manevi tazminat miktarının teknik olarak hesaplanmasını sağlayan bir metot yoktur. Manevi tazminat miktarı, bazı kriterler değerlendirilerek somutlaştırılır. Manevi tazminat miktarını belirleyen kriterler şunlardır (BK m. 47):

  • Somut durumun özellikleri,
  • Tarafların mali durumları,
  • Tarafların olaydaki kusurlarının ağırlığı (kusur oranları),
  • Meydana gelen manevi zararın büyüklüğü (Örneğin, ölüm, yaralanma veya sadece üzüntü duyulması),
  • Olay tarihi itibariyle paranın satın alma gücü.

Manevi tazminat olarak belirlenecek miktar, tazminat sorumlusunu fakirleştirmemelidir. Tazminat alacaklısını da zenginleştirmemelidir.

Hâkim, hakkaniyete uygun bir manevi tazminat miktarı belirlemelidir. Hâkim manevi tazminat miktarını belirlerken somut olayın özelliğini, zarar görenin ekonomik ve sosyal durumunu, paranın alım gücünü, maluliyet oranını, beden gücü kaybı sebebiyle duyulan ve ileride duyulacak elem ve ızdırabı gözetmelidir (H.G.K. 2003/355 karar). Örneğin, bir parmağını kaybeden bir kimsenin maluliyet derecesi ile bir kolunu kaybeden kişinin maluliyet derecesi aynı olmadığından hükmedilecek manevi tazminat miktarları da farklı olacaktır.

22/06/1966 günlü ve 7/7 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararının gerekçesinde takdir olunacak manevi tazminatın tutarını etkileyecek özel hal ve şartlar da açıkça gösterilmiştir. Bunlar her olaya göre değişebileceğinden hâkim bu konuda takdir hakkını kullanırken ona etkili olan nedenleri de karar yerinde objektif ölçülere göre isabetli bir biçimde göstermelidir.

Manevi zararın tespiti istemine ilişkin olarak; Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 01.03.2006 tarih ve 2006/2-14 E, 2006/26 K. sayılı kararında ifade edildiği üzere manevi tazminat, zarar görenin kişilik değerlerinde bedensel bütünlüğünün iradesi dışında ihlali hallerinde meydana gelen eksilmenin (manevi zararın) giderilmesi, tazmin ve telafi edilmesidir. Zarar görene tanınmış olan manevi tazminat hakkı kişinin sosyal, fiziksel ve duygusal kişilik değerlerinin saldırıya uğraması durumunda öngörülen bir tazminat türüdür. Amacı ise kişinin, hukuka aykırı olan eylemden dolayı bozulan manevi dengesinin eski haline dönüşmesi, kişinin duygusal olarak tatmin edilmesi, zarar vereni bir daha böyle bir eylemde bulunmaktan alıkoyması gibi olguları karşıladığı bir gerçektir. Manevi tazminat, kişinin çekmiş olduğu fiziksel ve manevi acıları dindirmeyi, hafifletmeyi amaçlar. Bu tazminat bizzat yaşanan acı ve elemin karşılığıdır. Bu tazminat türü, kişinin haksız eylem sonucu duyduğu acı ve elemin giderilmesini amaçladığı için, zarar gören kişi, öngördüğü miktarı belirleyerek istemde bulunabilir. Manevi zarar, haksız eylemin sonucunda, uğranılan kişilik değerlerindeki azalmanın karşılığı olduğu ve zarar gören tarafından da takdir ve tayin edilebilir bulunduğu için birden fazla bölümler halinde istenemez. Bu tazminat bizzat yaşananın acı ve elemin karşılığı olduğu için, haksız eylemin meydana geldiği anda gerçekleşir. Acı ve elemin bölünerek bir kısmının açılacak kısmi dava ile, kalanının açılacak başka bir davada talep edilmesi, manevi tazminatın özüne ve işlevine aykırı düşer. Ödemenin uzaması, para değerindeki düşüşler, enflasyon nedeniyle alım gücünün azalması gibi nedenlerle hükmedilecek miktarın faizi ile birlikte tahsili zararı karşılamaktan uzak olması, manevi tazminatın bölünerek istenmesini haklı göstermez.

O halde manevi tazminat istemi manevi tazminatın bölünmezliği kuralına aykırı bir biçimde kısmi veya belirsiz alacak davası olarak açılamaz ve manevi zararın HMK’nın 107.maddesine göre dava yoluyla tespiti de istenemez. Bu sebeple açılacak davanın eda davası biçiminde belli bir miktarın tespit edilmesi suretiyle açılması gerekir.

Şimdi burada konunun pekişmesi amacıyla birkaç Yargıtay kararı üzerinde durmak yerinde olacaktır.

MANEVİ TAZMİNAT DAVASI YARGITAY KARARLARI

HAKARET VE İFTİRA SUÇU NEDENİYLE MANEVİ TAZMİNAT DAVASI YARGITAY KARARI

Tazminat davası, hakaret ve iftira eylemlerine dayalı manevi tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı tarafından temyiz edilmiştir.

Davacı, müvekkili olan dava dışı İngiliz vatandaşı davalının çeşitli tarihlerde gönderdiği e-maillerle müvekkilinin gözünde küçük düşürüldüğünü ve hakaret edildiğini, e-maillerde yer alan sözlerin kişilik haklarına saldırı oluşturduğunu ileri sürerek, manevi tazminat isteminde bulunmuştur. Davalı, e-maillerin davacıya gönderilmediğini, hakaret ve iftira suçlarından hakkında yürütülen soruşturmada kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiğini savunarak, davanın reddini istemiştir.

Mahkemece, davaya konu e-maillerin davacıya değil davacının müvekkiline gönderildiği, e-maillerde yer alan ifadelerin yakınma ve eleştiriden ibaret olup hakaret amacı taşımadığı, e-maillerde davalının davacıdan yakındığı, davacıya karşı hakaret suçundan bahsedilebilmesi için gerekli olan üç kişilik ihtilat unsurunun da gerçekleşmediği, böylece davacının kişilik haklarına yönelik bir saldırıdan söz edilemeyeceği gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmiştir.

Ceza soruşturmasında, davalının e-maillerde yer alan davacı hakkındaki sözlerinin hakaret niteliği taşıdığının benimsendiği, ancak üç kişi ile ihtilat unsuru bulunmadığından gıyapta hakaret suçunun yasal unsurlarının gerçekleşmediği, iftira suçunun da yasal unsurlarının oluşmadığı gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiği anlaşılmaktadır. Diğer taraftan gıyapta hakaret suçuna dair kanun metninde “hakaretin cezalandırılması için” denilerek, aslında hakaretin oluştuğu, ancak cezalandırılması için ihtilatın gerçekleşmesi gerektiği vurgulanmakta olup, kovuşturmaya yer olmadığına dair verilen kararda da aynı olgunun benimsendiği görülmektedir.

Somut olayda, davalının davacının müvekkiline gönderdiği elektronik postaların geneline bakıldığında, davacıyı küçük düşürücü ifadelerin yer aldığı ve özellikle “avukatın seni aldatıyor, senin avukatın sadece senden para sızdırmak istiyor, aptal avukatının kölesi olma” gibi ifadelerle davacının kişilik haklarına saldırıda bulunulduğu anlaşılmaktadır. Şu hâlde, davacı yararına somut olaya uygun bir miktarda manevi tazminata hükmedilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile istemin reddedilmiş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden, kararın bozulması gerekmiştir (Yargıtay 4. Hukuk Dairesi K.2017/3918).

İNTERNET ÜZERİNDEN HAKARET NEDENİYLE MANEVİ TAZMİNAT DAVASI YARGITAY KARARI

Mahkemece, davalı hesabından yapılan “… TV adlı kanalda dört p… Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanına hakaret ediyor” şeklindeki paylaşımın eleştiri sınırı ötesine geçtiği, bu sebeple davacıların kişilik haklarına saldırıda bulunulduğu olduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Matufiyet kelime anlamı olarak, “yöneliklik, yönelmiş olmaklık” olarak tarif edilmektedir. Özellikle kişilik haklarına saldırı sebebiyle tazminat istemini içeren davalarda söz konusu olan matufiyet şartı, açıkça kanunda yer almamakla birlikte, Yargıtay içtihatlarıyla hukukumuza girmiştir. Matufiyet şartı içtihatlarda adı, sanı, kimliği belli olmasa da ona yöneldiği konusunda kuşku bırakmayacak şekilde ithamlara, yönelimlere yer veren ifadeler olarak kabul edilmektedir.

Matufiyet yargısal kararlarda yayın ile şeref ve haysiyetine veya özel yaşamına dolayısıyla kişilik haklarına saldırıda bulunulduğunu iddia eden yönünden varlığı aranan önemli bir koşul olarak tarif edilmiş, matufiyetin varlığını kabul için o yayında veya konuşmada, ya kişinin adından açıkça söz edilmesi ya da konumunun, sıfatının gösterilmesi veya bunlardan söz edilmese dahi yayın içeriğinden bu kişinin amaçlandığı, sözlerin ona yönelik olduğunun anlaşılması veya anlaşılabilir olması şartları aranmıştır.

Hukuka aykırı eylemde bulunan kişi mağdurun ismini açıkça belirtmemiş veya isnat ettiği fiili üstü kapalı bir biçimde geçiştirmişse, isnadın mahiyetinde ve mağdurun şahsına matufiyetinde tereddüt edilmeyecek derecede karineler varsa hem isim zikredilmiş hem de hakaret vaki olmuş sayılır (Hukuk Genel Kurulu 16/09/2015 gün ve 2014/4-85 E 2015/1774 K- 07/07/2010 gün ve 2010/4-377 E 2010/365 K).

Bu ilke ve açıklamalar kapsamında; somut olayda, davalının sosyal paylaşım ağı … hesabı üzerinden yazdığı ifadelerde, ortalama bir kişinin davalının sözlerini gördüğü anda sözlerin muhatabının davacılar olduğunu anlayamayacağı görülmüştür. Bu durumda davalının ifadelerinin davacılara matuf olmadığının kabulü gerekir.

O halde, internet yoluyla kişilik haklarına saldırıdan kaynaklanan manevi tazminat istemine dair davanın, matufiyet unsuru gerçekleşmediğinden reddine karar verilmesi gerekirken, yerinde olmayan gerekçeyle yazılı biçimde karar verilmiş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir (Yargıtay 4.Hukuk Dairesi- K. 2017/8684).

MANEVİ TAZMİNATIN HAKKANİYETE UYGUN BELİRLENMESİ

İlk derece mahkemesince annenin maddi tazminat isteminin kabulüne, anne için 90.000,00 TL, büyükanne ve büyükbaba için 20.000,00’er TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmiştir. İlk derece mahkemesi kararına karşı taraflarca istinaf başvurusunda bulunulmuş, … Bölge Adliye Mahkemesi 8. Hukuk Dairesi davalıların manevi tazminatın miktarına yönelen istinaf başvurularının kabulü ile ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına, annenin maddi tazminat isteminin kabulüne, anne için 35.000,00 TL, büyükanne ve büyükbaba için 10.000,00’er TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmiştir.

Davacılar vekili temyiz dilekçesinde özetle, hüküm altına alınan manevi tazminatların az olduğunu, müteveffa sigortalının annenin tek çocuğu, büyükanne ve dedenin tek torunu olduğunu, emsal dosyada davacı olan baba ile annenin müteveffa küçükken ayrıldıklarını, müteveffayı davacı annenin büyüttüğünü, büyükanne ve büyükbaba ile aynı adreste birlikte yaşadıklarını ileri sürmüştür. Manevi tazminatın tutarını belirleme görevi hâkimin takdirine bırakılmış ise de hükmedilen tutarın uğranılan manevi zararla orantılı, duyulan üzüntüyü hafifletici olması gerekir.

Hakimin bu takdir hakkını kullanırken, ülkenin ekonomik koşulları tarafların sosyal ve ekonomik durumları paranın satın alma gücü, tarafların kusur durumu olayın ağırlığı olay tarihi gibi özellikleri göz önünde tutması, bunun yanında olayın işverenin işçi sağlığı ve güvenliği önlemlerini yeterince alınmamasından kaynaklandığı da gözetilerek gelişen hukuktaki yaklaşıma da uygun olarak tatmin duygusu yanında caydırıcılık uyandıran oranda manevi tazminat takdir edilmesi gerektiği açıkça ortadadır. (HGK 23.6.2004, 13/291-370)

Bu ilkeler gözetildiğinde, davacı anne yararına hükmedilen 35.000,00 TL manevi tazminatın az olduğu, büyükanne ve dede yararına hükmedilen 10.000,00’er TL manevi tazminatın ise bir miktar az olduğu açıktır. Mahkemece bu maddi ve hukuki olgular nazara alınmaksızın yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir. (Yargıtay 21. HD- Karar: 2019/5193).

TAZMİNAT DAVASINDA NE KADAR HARÇ YATIRILMALIDIR?

6100 sayılı HMK’nın 323. Maddesi yargılama harçlarını düzenlemiştir. Buna göre;

Yargılama giderlerinin kapsamı;

MADDE 323- (1) Yargılama giderleri şunlardır:

a) Başvurma, karar ve ilam harçları.[35]

b) Dava nedeniyle yapılan tebliğ ve posta giderleri.

c) Dosya ve sair evrak giderleri.

ç) Geçici hukuki koruma tedbirleri ve protesto, ihbar, ihtarname ve vekâletname düzenlenmesine ilişkin giderler.

d) Keşif giderleri.

e) Tanık ile bilirkişiye ödenen ücret ve giderler.

f) Resmî dairelerden alınan belgeler için ödenen harç, vergi, ücret ve sair giderler.

g) Vekil ile takip edilmeyen davalarda tarafların hazır bulundukları günlere ait gündelik, seyahat ve konaklama giderlerine karşılık hâkimin takdir edeceği miktar; vekili bulunduğu hâlde mahkemece bizzat dinlenmek, isticvap olunmak veya yemin etmek üzere çağrılan taraf için takdir edilecek gündelik, yol ve konaklama giderleri.

ğ) Vekille takip edilen davalarda kanun gereğince takdir olunacak vekâlet ücreti.

h) Yargılama sırasında yapılan diğer giderler.

Görüldüğü üzere harçlar üç başlık altında toplanmıştır: Başvurma, karar ve ilam harçları. Başvurma harcı 2022 yargı yılı harçları tarifesine göre, asliye hukuk mahkemeleri için, 80,70 TL olarak belirlenmiştir. Karar ve ilam harcı ise söz konusu tarifede;

Nispi harç: Konusu belli bir değerle ilgili bulunan davalarda esas hakkında karar verilmesi halinde hüküm altına alınan uyuşmazlık konusu değer üzerinden binde 68,31 olarak hesaplanır.

Manevi tazminat davası standart belli bir miktar harca değil, davanın konusuna göre değişen bir miktarda harca tabidir. Yani maktu değil nispi harç söz konusu olur. Somut olayda istenen manevi tazminat ne kadar fazla ise ödenmesi gereken harç miktarı da o oranda artar.

Yargılama giderlerinden sorumluluk MADDE 326;

(1) Kanunda yazılı hâller dışında, yargılama giderlerinin, aleyhine hüküm verilen taraftan alınmasına karar verilir.

(2) Davada iki taraftan her biri kısmen haklı çıkarsa, mahkeme, yargılama giderlerini tarafların haklılık oranına göre paylaştırır.

(3) Aleyhine hüküm verilenler birden fazla ise mahkeme yargılama giderlerini, bunlar arasında paylaştırabileceği gibi, müteselsilen sorumlu tutulmalarına da karar verebilir.

HMK’nın yukarıda belirttiğimiz hükmünden de anlaşılacağı üzere yargılama sonunda yargılama giderlerinin kimin tarafından ödeneceği mahkeme ilamında belirtilir. Buna göre kanunda yazılı haller dışında, yargılama giderlerinin, aleyhine hüküm verilen taraftan alınması kararlaştırılır. Mahkeme kısmen kabul kısmen red kararı verdiği takdirde ise yargılama giderlerini tarafların haklılık oranına göre paylaştırır.

TAZMİNAT DAVASINDA VEKALET ÜCRETİ NASIL BELİRLENİR?

Avukatlık Kanunu’na göre avukat yapacağı işin karşılığında bir ücrete hak kazanır. Bu ücretin miktarı her yıl yayınlanan Avukatlık Asgari Ücretinden düşük olmayacak şekilde müvekkili ile avukat arasında serbestçe belirlenir. Eğer vekil ile vekalet veren arasında buna ilişkin bir sözleşme yoksa ücret, Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi ’ne göre belirlenir.

Bir davada davanın hangi mahkemede görüleceği, duruşmalı/duruşmasız yapılması da vekalet ücretinin belirlenmesinde önem arz etmektedir.

Eğer davada taraf davacı ise karşı vekalet ücreti, davayı kısmen veya tamamen kaybetmesi halinde aleyhine olacak şekilde karşı vekalet ücreti hükmedilebilir. Şayet davacı davayı kazanırsa lehine karşı vekalet ücreti hükmedilir. Yani diğer bir deyişle dava açıp davayı kazanan taraf vekalet ücreti vermez ve davacı vekili karşı taraftan (davalıdan) karşı vekalet ücreti alır. Davacının davayı kaybetmesi durumunda ise bu sefer davalı avukatı, haksız olarak açılan dava için karşı vekalet ücreti alabilecektir. Eğer tarafların avukatı bulunmuyorsa herhangi bir vekalet ücretine hükmedilmeyecektir.

Davanın kısmen kabul veya reddi halinde ise kaybedilen kısım nispetinde vekalet ücreti aleyhe olacak şekilde hükmedilir.

Yargılama aşamasında davacı taraf kendini vekil ile temsil ettirmiş ve yargılama sonucunda dava lehine sonuçlanmış ve söz konusu davayı kazanmışsa, davalı tarafın sözleşmede belirlenen tutarı davacının vekiline yani avukatına ödeme zorunluluğu bulunmaktadır. Yani KARŞI VEKALET ÜCRETİNİ KAYBEDEN TARAF KARŞI TARAFIN AVUKATINA ÖDEYECEKTİR. Bu durumun gerekçesini ise HMK 323 ve HUMK 423 hükümleri oluşturmaktadır. Söz konusu maddelerde vekalet ücreti, yargılama giderlerinden sayılmış olup yargılama giderlerinin aleyhine hüküm verilen taraftan tahsil edileceği açıkça düzenlenmiştir.

Ayrıca Avukatlık Kanunu madde 164/5″Dava sonunda, kararla tarifeye dayanılarak karşı tarafa yüklenecek vekalet ücreti avukata aittir. Bu ücret, iş sahibinin borcu nedeniyle takas ve mahsup edilemez, haczedilemez.” hükmü gereğince de karşı vekalet ücreti davacı ya da davalı kişinin kendisinin değil avukatının olacaktır.

Yorum yapın

Bizi Arayın